Bedenlerimiz çevremize uyum sağlamak üzere evrim geçirir, bu evrim sadece milyonlarca yıllık bir süreç içerisinde değil, yıllar, hatta günler içinde de gerçekleşir. Örneğin Tayland sahilinde “gözleri yunuslar gibi gören çocuklar” vardır. Kültürel ve çevresel etmenler hayatlarını denizden çıkaran bu göçebe Moken kabilesi üyelerinin günlük hayatlarını yaşama biçimlerini şekillendirerek gözbebeklerini su altında birçoğumuzun beceremeyeceği biçimde ayarlamalarına olanak sağlamıştır.
Tıpkı yoğun dalış egzersizlerinin gözbebeklerimizi ve spor yapmanın vücutlarımızı değiştirebileceği gibi, öğrenmek ve dil kullanmak gibi zihinsel eylemler de beynimizin fiziksel yapılarını değiştirebilir. İki nöron, örneğin bir sözcük gibi bir uyarana tepki verdiklerinde birbirleri arasında kimyasal fiziksel bağlar kurmaya başlar, bu bağlar onların ne sıklıkla etkileşim kurduğuna bağlı olarak güçlenir veya zayıflar. Birlikte çalışan nöronların birbirlerine bağlanması temelinde şekillenen bu süreç tüm öğrenme süreçlerinin özünü oluşturur ve yine bu süreç nöronların üzerinde bir birleriyle iletişim kurdukları beyin dokusu ile beynin bölgelerini birbirine bağlayan dokuların biçimlerinin şekillenmesinde önemli bir rol oynar.
Beynin çevreye uyum sağlama yeteneği, nasıl ana dilimizin sesleri ile şekillendiğimizi açıklar. Tüm bebekler farklı dillerin konuşma seslerini ayırt edebilme yeteneğiyle doğarlar, fakat zaman ilerledikçe en çok duydukları seslere kulak kabartır hale gelirler. Yabancı sesleri duyan beyinsel bağlar zayıflarken, ana dilin seslerini duyan bağlar güçlenir. İki dilli insanlar için bu “evrensel” ses işleme çağı, nispeten daha zengin dil çeşitliliğine sahip ortamlarda bulunmaları sebebiyle daha uzun sürer. Başka bir deyişle beynimizin aldığı girdiler, etrafımızdaki dünyayı tecrübe edişimizi biçimlendirir.