Bu soruları açıklığa kavuşturabilmek için öncelikle dünya üzerinde neden bu kadar farklı dil konuşulduğu sorusunu yanıtlamak gerekir. Yaklaşık 100.000-200.000 yıl önce, atalarımızın sahip oldukları tüm dilbilgisi ve kelime dağarcığıyla dili günümüzdeki şekilde kullanmaya başladığı varsayılmaktadır. O zamanlar insanlar dünyada nispeten sınırlı bir alana yayılmışlardı. Sınırlı sayıdaki insanlar arasında ve yaşadıkları sınırlı alanda bir dilin yayılması daha kolaydı fakat zaman içerisinde insanlar dünyanın çeşitli yerlerine yayılmaya, göç etmeye başladı. İnsanların sayısı çoğaldıkça bununla doğru orantıda da diller çoğalmaya başladı. Bundan birkaç yüzyıl öncesinde 10.000’e yakın dilin konuşulduğu varsayılmaktadır.
Asıl konumuza, yani bunun –tüm insanların bir dil üzerinden anlaşmasının- neden imkansıza yakın olacağına dönecek olursak, temel olarak 2 nedenden bahsedebiliriz: dilin sürekli değişim halinde olan canlı bir mekanizma olması ve kimlik yaratma niteliğinin bulunmasıdır.
Dil çok kolay değişebilen bir olgudur. Daha 150 yıl öncesine kadar ülkemizde konuşulan Osmanlıcaya baktığımızda, günümüzde kullanılan Türkçeden ne kadar farklılık gösterdiğini görebiliriz. Ülkelerin yaşadıkları olaylar, devrimler, yasalar, küreselleşme vs. tüm bunlar dilin değişmesinde büyük etken. İnsan değiştikçe ve var oldukça, insana etki eden her olgu gibi; insana kültürel kimliğini veren, toplumlar oluşturmasını sağlayan, birbirine bağlayan ve geliştiren ve insanların en büyük ihtiyaçlarından birisi olan kendini ifade etme yeteneğini sağlayan dil de şüphesiz değişecektir. Sadece ülkemizde değil, tüm dünyada bunu gözlemlememiz mümkün. Shakespeare’in eserleriyle günümüz İngilizce yapıtlarında olan fark ortadadır. Geçmişe bakarsak bunun neden imkansız olduğunu daha rahat anlamamız çok kolay olacaktır, çünkü tarihin en iyi öğretmen olduğu aşikardır. Geçmişe dönüp baktığımızda aslında Fransızca, İtalyanca, İspanyolca ve Portekizcenin temelde tek bir dil olduğunu görürüz: Latince. Avrupa halkları değişik coğrafyalara dağılarak Latincenin biçimsel olarak değişmesini sağlamış ve bu değişim ve gelişimlerle birlikte günümüzde ortaya yeni diller çıktığını görmekteyiz.
Küreselleşme aslında tek bir dilin var olabileceğinin mümkün olduğunu düşünmemize sebep olabilir. Özellikle internetin hüküm sürdüğü günümüz dünyasında bunun çok kolay olabileceğini varsayabilirsiniz. İngilizcenin giderek popülerleşmesi ve herkes tarafından konuşulmaya başlaması bu düşünceyi destekler niteliktedir, ancak çok güçlü bir unsur bulunmaktadır: dilin aynı zamanda kimlik de olması. İnsanlar dillerden ziyade fikir alışverişi yardımıyla kendilerini ifade etmekte ve iletişim kurmaktadırlar. Herkesin tek bir dili konuşması demek hepimizin aynı kıyafeti giymesine benzer. Temel içgüdüsü kendisini ifade etmek olan insanın doğasına ters olan bu durum, neden tek bir dilin imkansız olabileceğinin en büyük kanıtlarından biridir. Küreselleşme korkusu birçok ülkede ulusal dile sahip çıkma arzusunu kamçılamıştır. Bırakın tek bir dili, Amerika’da insanlar tek bir ülke içinde bile aksanlar üzerinde uzlaşamamakta ve neredeyse aynı dili çok farklı şekillerde konuşmaktadırlar.
Zamanında Esperanto gibi yapay dillerle dünyada tek bir dili konuşma girişiminde bulunulmuştur, fakat bu girişimler hep başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Benzer olarak, popülerleşmeye başlayan ve tüm dilleri ele geçireceği düşünülen İngilizce ise sadece ihtiyaçtan ötürü kullanılabilecek yaygın bir dil olarak varlığını sürdürecektir.